Yunanistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yunanistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ağustos 2015 Cuma

Bir Sakız Ada'si kaçamağı

Izmir'de yapilan dugunleri oldum olasi sevmisimdir, dugune gitmisken bir de Çeşme'ye geçilir... 2015 Agustos ayindaki düğün sayesinde bu sefer Sakiz Adasi'na geçtik,  iyi ki de gittik....
 


Sakiz adasina gecmenin en kolay yolu Çeşme'den feribota binmek. Yaklasik 45 dakika sürüyor,  sabah gidip aksam donmek uzere ayarlanmis saatler ama ada o kadar buyuk ki ayni gun icinde gezmek mumkun degil, biz bir gece kaldik yine de adanin ucte birini gorebildik.

 Çeşme den feribot seferi olan iki turk firmasi var: Ege birlik ve Erturk. Ikisinin de biletleri internetten satiliyor, kisi bazi gidis donus 30 Eur tutuyor, Ege birlik biraz daha ucuz ama bizi pazar sabahi 9:20de kalması gereken feribot saat 10da hala kalkmamisti, neden ucuz oldugunu anladik.


Sakiz adasina vardigimizda pasaport kontrolden gecip hemen limanin bitisigindeki rent a car firmalarindan scooter kiraladik. 15 Eur gunluk ucreti, ama cok kucuk ve 50 motor. Adada her yerde benzin istasyonu olmadigini bilmedigimiz icin kiraladik ama sonra macera dolu bir yolculuk yasadik. Adanin  bu kadar buyuk oldugunu bilseydik kesinlikle araba kiralardik...

Motoru aldiktan sonra oteli bulmak icin yola ciktik, otel Komasta. Haritaya baka baka yolu bulduk ve yerlestik, gayet guzel bir otel, hemen uzerimizi degistirip plaja atmak istedik kendimizi. Eleni bize haritada guzel plajlari restaurantlari gosteri, adanin guneyine dogru yola ciktik. Hedefimiz Mavra Volia plaji sonrasinda Vroulidia plaji. Haritada birbirine yakin gozuken bu yerler motosikletle uzadikca uzadi, her mesafe arasi en az 1 saat yol gittik. Once Komi plajina gittik, burasi ailelerin gittigi oldukca kalabalik bir plaj, denizi guzel ama bizim beklentimiz cok daha yuksek bir kere. 15dk kaldiktan sonra tekrar yola, bu sefer tam isabet Mavra Volia plajini bulduk.


Komi Plajı
Mavra Volia Plajı
Volkanik yapisindan dolayi koyu renk taslari olan harika bir plaj, denizi muthis ve derin. Santorini'deki Red Beach'in siyah tasli versiyonu. Sicaktan bunalip sakizlilarin milli içkisi nescafe frappe denedik ama sekersiz ve sutsuz soyleyince icilemez birsey olmus, sut ve seker ekletmek icin tekrar dakikalarca sıra bekledik :) tekrar yola cikip Vroulidia plajina yonlendik. Harita yollari gösteriyor ama yollardaki tabelalar bazen yetersiz kaliyor. Allahtan yoldan gecen yunanlilar her zaman yardimsever. Vroulidia plaji, basamaklardan inilip ulasilan bir koy, harika bir deniz. Gunun sonunda Mavra Volia'ci Nejla ve Vroulidia'ci Ahmet olarak plajdan ayrildik.

Mavra Volia Plajı
 

Vroulidia Plajı
 

Daha havanin kararmasina 2 saat var ve bizi heyecanladiran bir yere, Pyrgi'ye gidebiliriz artik.... Allahtan yakin ve hemen kaybolmadan ulasabildik. Burasi Sakiz adasi'nda bizi en cok buyuleyen yer oldu. Kesinlikle gorulmesi gereken bir atmosferi var, 15.yydan kalan evlerin ve sokaklarin ruhu, her kapinin onunde oturan yasli teyzeler, elinde tespihle kahvede oturan amcalar, hani sanki Türkiye'deymişiz ama orda olsa burası bu haliyle kalmazdı ki gibi duygular yaşatıyor insana... Pyrgi'deki evler çok özel bir dış görüşüne sahip, hediyelik eşya aldığımız yerdeki çocuk uzun uzun anlattı tabi önce kireç, sonra kirecin oyulmasıyla oluşan şekiller falan gibi cümleler kurdu, sonuç olarak ben tam anlamadım nasıl yapıldığını ama sonuç harika. Hatta bu evlerin bir örneğinin Ankara Ulus'ta da olduğunu söyledi!!! Türkiye'ye dönünce internette araştırma yaptım ama Ankara'da bu tarz bir evin varlığına hiç rastlamadım.
Pyrgi
Pyrgi




Pyrgi'de çok güzel bir sürprizle karşılaştık, çok şık giyimle bayanlar ve beyler akın akın bir yere doğru gidiyorladı, biz herhalde düğün var diye düşünürken hepsinin bir kilisenin önünde toplanıp birşeyler yiyip içtiğini gördük, kiliseden ayin tarzı sesler geliyordu. Camdan içeri bakarken yanımdaki bayana düğün mü var diye sordum, meğer vaftiz töreniymiş, Gelin içeriden seyredelim dedi, plaj kıyafetiyle olduğumuz için uygun olmaz dedim ama come oooon tarzı bir cevapla aldı bizi içeri soktu. Yılların Müslümanıyım, bir vaftiz ayininde bu kadar duygulanacağımı hiç düşünmemiştim, sanki benim çocuğumu vaftiz ediyorlardı. Kilisenin iç tarafı dışından da güzel, herkes ışıltılı, tipik Ortodoks kilisesi, herşey çok güzel, harika... Biraz kaldıktan sonra dışarda insanların birşeyler yiyip içtiği bölüme geçtik ve anladık ki Türkiye'de yaptığımız bebek mevlüdü bu bildiğin, şimdi baby shower diye kutlanan incik boncuk bir sürü süslü kurabiyenin kekin yapıldığı davetler, aynı sistem orada da var. Hem karnımızı doyurduk hem de hatıra olarak dağıtılan şekerlerden aldık.

Pyrgi'den sonra motora atlayıp otele geri döndük, duş alıp üzerimizi değiştirdik v çok acıktığımız için hemen tekrar motora atlayıp ününü internetten okuduğumuz restaurant'a gittik: Roussiko. Gittiğimizde insanlar ayakta yer bekliyordu, mekan sahibi de panik bir halde bize dönüp şu an yer yok beklemeniz lazım dedi, peki dedik. 1-2dk geçmeden bize bir masa gösterdi, hemen içeceklerimiz geldi. Sakız Adası'nın meşhur bir peyniri var, biraz hellim peynirini andırıyor, adı mastelo. Biz bilmeden mastelolu bir salatayla başladık. Sonrasında kalamar, ahtapot deniz ürünlerine gömüldük. Türkiye'deki mekanları kötülemek için değil ama gerçekten yediğimiz herşey o kadar lezzetliydi ki Türkiye'de çok çok özel bir yerde ancak bulunabilecek ve karşılığında epey bir bedel ödetecek bir yere gitmemiz gerekirdi aynı lezzeti yakalamak için. Bakınız, birkaç ay sonra Çeşme'de gittiğimiz Langusta... Çok keyifli geçen bu yemeğe 2 kişi 40 EUR ödedik.


Pazar gecesi olduğu için maalesef taverna gecesi yaşayamadık çünkü adada sadece cumartesileri tabak kırmalı eğlenceli yerler açık. Bir sonraki güne hazırlanmak için otele geri döndük.

Pazartes günü aynı zamanda akşam feribota binip döneceğimiz gün, Eleni'nin kendi yaptığı reçellerle güzel bir kahvaltı yaptık, Eleni'ninin sallama çaya getirdiği değişik bi yorum var: Sürahiye birkaç tane sallama poşet atarak yaklaşık 1lt kadar çay getiriyor, ne kadar pratik bir fikir ama herşeyi salla çayı demle diye düşünen insanlar olarak uzaktan tebrik ettik sadece.

 

Bavullarımızı Eleni'ye emanet edip adanın diğer tarafını görmek için yola çıktık, Sakız Adası'na gidildiğinde motor yerine araba kiralamanın daha mantıklı olduğunu asıl bugun anlayacaktık, haritada sanki düz yolmuş gibi gözüken bası yerler aslında baya engebeli dağlar, adaın ortasında çok büyük bir orman var. O kadar yukarı tırmandık ki artık üşümeye başladık, tabi bu yolculuk çok da eğlenceli, manzara harika. Biz de bunun tadını çıkardık, sakız ağaçlarının yanından dolana dolana dağın tepesine çıktık.
 


 
Buraya kadar herşey eğlenceliydi ta ki motorda benzin bitene kadar :) Deponun ışığı yandı ama dağın tepesinden aşağı inmek için daha o kadar çok yolumuz var ve hiç benzinci yok. Yokuş aşağı boşa alıp bir şekilde ana yola benzeri bir yere çıktık ama daha fazla kaç km gider hiç fikrimiz yok. Yoldan geçen arabalardan birini durdurduk mecbur, tam derdimizi anlatırken ' Türk müsünüz' dedi şöför :) En yakın benzincinin 2km uzaklıkta olduğu söyledi o kadar... Denemekten başka şansımız olmadığı için çıktı yola, ne benzinci var ne insan ne de araba, baya ıssız bir yolda geçtik. Yine hayatımızda unumayacağımız anlardan biri de budur, çölün ortasında vaha bulmuş gibi biz de Sakız Adası'nda benzinci bulduk :) Yaşlı bir amca ve 2 benzin pompası bizi hayatımızın hiç bir aşamasında bu kadar mutlu edemezdi, gördüğümüzde sevinç çığlıkları attık :)
 
Dünyanın en güzel benzin istasyonu-bizim için
 
Bu kadar maceradan sonra gördüğümüz ilk ve en yakın plaja attık kendimizi, Avgonyma taraflarında. Akşama kadar burda ailelerle birlikte denize girip sonra Sakız Adası'na veda etmek üzere feribota binip Çeşme'ye geri dönük... Sakız Adası'nı gördükten sonra 'Çeşme bizim için artık bitmiştir' düşüncesine biz de kapıldık ve yeniden gelmek için birbirimize söz verdik...
 

18 Kasım 2013 Pazartesi

Atina, Mikonos, Santorini: Karşı yakadaki ''biz''


Atina, Mikonos, Santorini: Karşı yakadaki "biz"   

Yıllardır hayalini kurduğumuz Yunanistan tatili nihayet geldi çattı, 2013 yaz tatilini Eylül ayında bile olsa Yunanistan'da geçirmeye karar verdik ve harika bir tatilin anılarıyla geri döndük...


Santorini-İa 
Atina:

THY'nin İstanbul-Atina direk uçuşuyla öğlen saatlerinde Atina'ya vardık. Havalanından şehir merkezine metroyla gidilebiliyor, biletler 8 Eur civarında.Seyahati planlarken, Mykonos ve Santorini'ye İstanbul'dan direk uçuşlar olup olmadığını araştırmıştık ama en ekonomik yol bu olduğu için Atina'yı da görme isteğiyle biletleri Atina gidiş-dönüş olarak aldık. Atina'dan Moykonos ve Santorini'ye geçmenin en ekonomik yolu ferrylere binmek olsa da bunlar bile neredeyse bir uçak bileti kadar tutuyor. Biletleri www.fantasticgreece.com adresinden gitmeden önce almıştık.


Yunan Meclisi-Syntagma

Atina'ya vardığımızda bir sonraki günün sabahı Mykonos'a feribotla geçeceğimiz için tüm günü şehri gezmeye ayırdık. Otelimiz şehir merkezinde olduğu için metro ya da başka bir araç kullanmaya gerek kalmadan, tarihi merkezi geniş hatlarıyla yürüyerek gezebildik. İlk önce Parlatemonto binasının bulunduğu meşhur Syntagma meydanına çıktık. Burası Atina'nın direniş anlamında 'Gezi Parkı',  ekonomik kriz sürecinde Atina halkı burada toplanarak protesto gösterileri yapmışlardı. Atina'ya ilk vardığımızda bizi en çok şaşırtan şeylerden biri heryerde dönercilerin bulunması oldu. Döner, Greek Coffee, Baklava, Imam bayıldı gibi menülerimizde ortak yemeklerin olduğunu biliyorduk ama tat olarak bu kadar farklı olacağını hiç düşünmemiştik. İlk döner tecrübemiz dönerin gerçekten bizim memleketimizde daha güzel yapıldığını bize kanıtladı :)


Monastiraki Meydanı Cami





Syntagma meydanına giderken aslında tarihi alanın merkezi ve tüm turistlerin buluşma yeri olan Monastiraki karşıladı bizi. Burası Osmanlı döneminden kalma tarihi bir yer ve bize o kadar yakın bir yer ki sanki Türkiye'den bir manzara seyrediyor gibiyiz. Bu alanın sağ tarafında ayakkabı ve hediyelik eşya satan küçük bir çarşı var. Alana geldiğinizde şehrin neredeyse her tarafından gözüken o ihtişamlı alan göze çarpıyor: Acropolis. Zamanı durdurmuş olan bu yapı tüm şehre hakim ve heryerden gözüküyor. Özellikle akşamları tadına doyulmaz bir manzara sunuyor. Giriş ücret, 12 Eur, hemen yanında da Acropolis Müzesi var, oradan gelen kalıntılar bu müzede toplanmış.





Monastiraki meydanının sol tarafında da açık bir 'Kapalı Çarşı' gibi gözüken ve özellikle helenik tarzda ayakkabılar satan dükkanların olduğu bir sokak var. Buradan uzaklaşıp Acropolis tarafında doğru gidildiğinde Plaka bölgesine varılıyor ki burası Atina'nın akşamları en canlı olan bölgesi. Yunan müzikleri eşliğinde yemek yemek için bu bölge harika, ama yazın açık alanda canlı müzik yapmıyorlar maalesef. Buraya gelindiğinde gidilecek ünlü bir mekan var: Burritos. Mekan çok küçük ve tıklımtıkış ama herkes halinden memnun bir şekilde içeceklerini yudumluyor, bize de onlara eşlik etmek düşüyor...
Acropolis

Atina'nın genel olarak sokakları çok kirli ve adım başı dilenciler ve evsizler var. Konuştuğumuz herkes mutlaka hırsızlara çok dikkat etmemiz için bizi uyardı. Sanırım ekonomik kriz sonrası böyle bir manzara oluşmuş. Bu yüzden Atina bizim beklediğimiz güzel yunan şehirleri gibi değildi, biraz kasvetli ve pis gözüktü.

Atina



Mykonos ve Santorini'den sonra İstanbul uçağına binmek için tekrar Atina'ya geri dönük. Bu sefer gezemediğimiz birkaç yeri görmek istedik. Gazi'nin hoş bir yer olduğunu okumuştuk, üniversite çevresi olduğu için biz yanlış zamanda yani sabah gittik, bir sokakta sağlı sollu barlar vardı ve hepsi kapalıydı. Akşamları vakit geçirmek için hoş bir yer olabilir. Bir de Greek Coffee'nin tadına baktık, bizimkinden bir farkı var mı diye. Pek de bir farkı yok, hatta sunuş şekli bile aynı..



Mykonos:

Bir sonraki günün sabahı çok heyecanlıydık çünkü yıllardır gitmek istediğimiz Mykonos'a giden ferry'ye binecektik ve Atina'dan uzaklaşacaktık:) Ferrylerin kalktığı limana metroyla ulaşılabiliyor. Yolculuk yaklaşık 4 saat sürdü ve sabırsız bekleyişimiz sonunda geminin Mykonos'a varmasıyla son buldu.



Gelmeden önce ayarladığımız otelin sahibi bizi limanda bekliyordu. Mykonos ve Santorini'de tatil yapmanın en keyifli taraflarından biri otel sahiplerinin sizi havaalanı ya da limandan alıp gideceğiniz gün yine sizi bırakmaları. İlk geceyi şehir merkezine yakın yunanlı bir kadının işlettiği küçük bir pansiyonda geçirdik. Odaya yerleşir yerleşmez hemen mayolarımızı giydik ve denize girmek için yola çıktık. Otobüsle istediğiniz plaja ulaşım var, biz otel sahibinin de tavsiyesiyle Elia Beach'e gittik ve gidince ne kadar doğru bir karar verdiğimizi anladık. Türkiye'de Çeşme sever bir çift olarak bize Çeşme'deymişiz hissi uyandıran müthiş bir plaj burası, deniz harika, Türkiye'dekinden farklı olarak özel işletmelerinin şezlonglarıyla beraber halk plajı kısmı da var ama havlunuzu isterseniz işletmenin önüne koyup orada da denize girebiliyorsunuz. Mykonos'un her plajında mutlaka çok şık mekanlar ve kalite plajda olmasına rağmen çok yüksek. Genelde halk plajlarını kullanmamıza rağmen; ne aşırı kalabalık ne etrafın kirli olması gibi sorunlarla karşılaştık. Gayet temiz ve her kesimden insanın 'insan' gibi davrandığı yerler...


Taverna Nikos

Denizin tadını çıkardıktan sonra akşam Mykonos merkezine indik, daracık sokaklar bize Bodrum'u Alaçatı'yı hatırlattı ama burası çok daha büyük, her akşam mütemadiyen kaybolduk:) 3 günün sonunda ancak neyin nerede olduğunu anlamaya başlamıştık. Dar sokakların arasından çok güzel restaurantlar, cafeler, dükkanlar ne ararsanız var ve hepsi çok zevkli tasarlanıp döşenmiş. İnsanın içini açıyor, hepsinde kalite çok yüksek. Akşam yemeğinde biz Yunan mutfağını denemek istediğimiz için Nikos'a gittik, tıklım tıkıştı, bize zar zor bir yer bulabildiler. Yunanistan'da yunan restaurantlarına genel olarak 'taverna' deniyor, bizim aklımıza geldiği gibi müziğin eğlencenin gırla gittiği tavernalardan daha farklı olarak tabi :) Menüde deniz mahsüllerinden bize tanıdık gelen mezelere kadar herşey var. Ispanaklı kalamar çok güzeldi. Uzo'yu da ilk defa burada denedik ama rakıdan sonra çok sert geldi ve bir daha denemedik :)





Mykonos'la ilgili araştırma yaparken hep bir pelikandan bahsedildiğini duymuştuk, zaten hediyelik eşyacılarda hep pelikanla ilgili görseller var, heryerde aramamıza rağmen pelikanı hiç göremedik. Birkaç mekan sahibi çok seyrek görüldüğünü ve onların da sık sık göremediklerini söyledi. Biz de en azından görmüş gibi yapmak için pelikanlı bir magnet aldık :)

2. gün 2 gece kalacağımız diğer otele yerleştik, otel sahibi yine bizi aldı ve otele götürdü. Angelika Apartments:  http://www.angelikamykonos.com

Angelika mykonos
harika manzarası olan, güzel insanlar tarafından işletilen temiz, samimi bir yer. Bir daha gelirsek yine kalacağımız oteldir. Mekan sahibi Sophio hayatımızda gördüğümüz en olumlu insanlardan biri. Türk olduğumuz için bize ayrı bir ihtimam gösterdi :) Bize en güzel plajların nerede olduğunu ve en güzel yemekleri nerede yiyebileceğimizi  gösterdi. Normalde sabah kahvaltısı olmamasına rağmen, biz odada nasıl su ısıtabiliriz diye düşünürken, bize kendi hazırladığı mütkiş kahvaltı tabağını getirerek çok güzel bir jest yaptı. 2 günün sonunda kucaklaşıp ayrıldık ama hala mailleşiyoruz kendisiyle :)

Keep Calm & Party
Mykonos'ta her gün değişik bir plaja gittik ;Ornos, Psarou ve Paradise plajlarının hepsi güzeldi ve hepsinde çok hoş mekanlar vardı ama bizim en çok beğendiğimiz Elia Beach oldu. Beach partiler genelde öğleden sonra 3'ten sonra başlıyor, insanlar yavaş yavaş denizden çıkıp mekanları doldurmaya başlıyorlar. Mykonos aynı zamanda gay plajlarıyla ünlü, bunların en büyüklerinden biri Super Paradise Beach. Paradise Beach'ten daha süper olanı :) Daha çok gaylerin gittiği mekanlar var ama Barcelona'da görebileceğimizden daha fazla değil. Plajların hepsine otobüsle gitmek mümkün, otobüsler tam Türk gibi işletiliyor, içeride tek tek yanınıza gelip bilet kesiyorlar, çalışanlar biraz kaba ama etrafın güzelliğine aldanıp bunları görmezden gelmeyi seçtik :)





Cava Paradiso-Mykonos

Burası herkesin bildiği gibi gece hayatı ile ünlü bir yer. Bize önerilen Cavo Paradiso'ya gittiğimizde mekan ha şimdi doldu ha şimdi dolacak diye bekledik, bekledik ama biz gece 3 gibi ayrıldığımızda hala dolmamıştı. Eylül ayı olduğu için sezon dışında kaldık sanırm. Elektronik tarz sevenler için gayet güzel bir mekan, bizim zevkimize çok uymadı. Bunun dışında Paradise Club var, o da aynı dönemde boş gözüküyordu.




                                                                   
Mykonos'ta labirent şeklindeki çarşıdan çıkıp sahile gittiğinizde Little Venice'e çıkıyorsunuz, meşhur değirmenleri buradan görebilirsiniz. Burası hem güneşinin batışının en güzel olduğu hem de çok hoş kokteylleri olan ünlü Caprice Bar'ın bulunduğu yer, manzara müthiş, sıra sıra barlar var, hepsi de çok hoş. Buradan kalkıp hemen değirmenlerin yanına gidip olmazsa olmaz fotoğraf çekimini gerçekleştirebilirsiniz :)
Mykonos Gün Batımı
3 günün sonunda istemeye istemeye Mykonos'tan ayrılıp Santorini'ye geçtik ama kalbimiz Mykonos'ta kaldı...
Değirmenler-Mykonos

Santorini:

Yine önceden ayarladığımız ferryle Mikonos'tan Santorini'ye geçtik. Bu seferki daha kısa bir yolculuk oldu. Mykonos'tan ayrıldığımızda çok üzülmüştük ama Santorini'ye gelince hiç pişman olmadık... Burada da  otel sahibi bizi limanda karşıladı ve yolda nerelerden geçtiğimizi anlata anlata Fira'daki otelimize götürdü.

İa-Gün batımı

Santorini, falezlerin üzerine kurulmuş bir şehir, 2 büyük bölgeden oluşuyor. Fira ve Oia (Oi diye okunuyor). Ünlü güneş batımı manzarasının en güzel seyredildiği yer Oia, genelde turistler buraya geliyorlar. Biz de kaldığımız 3 akşam boyunca genelde güneş batımını Oia'da seyrettik. O yüzden burası özellikle balayı çiftlerinin uğrak mekanı, romantizm had safhada. Gerçekten insanı ister istemez içine çeken çok sade ama etkileyici bir havası var, güneş batımını daha önce hiç bu kadar her saniyesini sindirerek seyretmemiştik, bu kadar dikkat etmemiş, güneş battığında hiç bu kadar çocuklar gibi şen olup alkışlamamıştık :)

İa-Gün Batımı
Santorini'de günün bu en özel anını daha da özel kılmak için Oia'da güneş batımını en yakından gören restaurantlarda önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor, yoksa yer bulunması imkansız. Biz ilk akşam gittiğimizde, yaklaşık 1 saat öncesinden insanların kuyruklar oluşturduğunu, kaldırımlarda en iyi yeri kapmak için daha erkenden geldiklerine şahit olduk. 2. gün gittiğmizde artık bu sistemi bilerek biz de öncesinden yerimizi aldık ve Sunset Cafe'de kahve ve yunan yapımı 'Yellow Donkey Beer' eşliğinde bu anların tadını uzun uzun çıkardık.



Santorini'ye gelmemizin sebeplerinden biri de sayfanın en başındaki fotoğraftır: Mavi tepeli kiliseler.




Bu mavi külahların fotoğrafını en güzel çekebileceğiniz mekanı aramaya gerek yok, giden yolda okla belirtilmiş. Merdivenlerde birsürü fotoğrafçı en güzel fotoğrafı çekebilmek için sıraya girmişlerdi.


Mavi Külahlar
Sadece bir kilisenin tepesini maviye boyayarak nasıl turist çekilebileceğinin dersini veriyorlar Yunanlılar,coğrafya zaten harika ama insanlar sadece burada mavi tepelerle fotoğraf çektirmek için kuyruğa giriyolar, denizin mavisiyle biraraya geldiğinde harika bir ahenk oluşturan bu manzarayı seyredebilmek için... O kadar basit ki aslında, sadece mavi bir kutu boya lazım... Oia merkezde akşam yemek yenebilecek bir sürü mekan var, restaurantların hepsi de yüksek kaliteli, hepsinden memnun kalkabiliyorsunuz. Biz güzel bir teras manzarasının olduğu bir restaurantı seçiyoruz: hayatımda yediğim en güzel patlıcanlı yoğurtlu meze ve harika kuzu eti, üzerine şefin tavsiyesi üzerine sipariş ettiğimiz elmalı turta. Mest olup kalktık ve herkese tavsiye ederiz.




Santorini'de gündüz plajın akşam da manzaranın tadını çıkardığımız 3 gün boyunca, gündüzleri yine Mykonos'ta yaptığımız gibi hep farklı plajlara gittik. İlk gittiğimiz plaj bizim için yine en özeli oldu çünkü plajda ve denizde siyah kumla ilk karşılaşmamız oldu. Santorini volkanik bir bölge olduğu için siyah, kırmızı gibi değişik renklerde plajlar sunuyor. Şimdiye kadar alışık olduğumuz beyaz kum, çakıl taşı, sarı kumdan farklı olarak siyah renkli plajın üzerinde güneşlendik. İlk gün bu heyecanla bol bol fotoğraf çektik. Mykonos'tan sonra Santorini'ye gelenlerin genelde denizi beğenmediklerini söylerler ama bizim için durum böyle olmadı. İlk gün gittiğimiz Perisa'da hem plaj çok uzun ve rahat hem de denizi çok güzel.

Siyah Kumlar

Fira'daki otobüs garından tüm plajlara otobüsler kalkıyor, akşam Oia'ya gitmek için de otobüse binmek gerekiyor ama en çok buraya giden otobüsler kalabalık oluyor, biraz ilkel bir taşıma sistemi ve araba kiralamak da istemiyorsanız başka seçenek de yok.

Red Beach

Bir sonraki gün plaj tercihimizi çok merak ettiğimiz Red Beach'ten yana kullandık. Burası google'a Santorini yazdığınızda genelde fotoğrafı çıkan kızıl taşlı plaj. Otobüsten indikten sonra biraz yürüyüp kayalıkların arasından buraya inebiliyorsunuz. Burası diğer plajların aksine şimdiye kadar neredeyse insan eli değmemiş, hiç bir tesisin kurulmadığı küçük bir plaj. Kızıl kumlarda yüzmenin tadı ayrıca farklı. Tek bir sorunu var: eğer acıktıysanız ya da tuvalete gitmeniz gerektiyse vay halinize...



Bir sonraki gün de Kamari'ye gittik, orası da artık alıştığımız büyük, ferah Santorini plajlarından biriydi. Akşam yemeği ve yunan eğlencesi için güzle mekanlar var, gündüz plajına gidilmese bile akşam için alternatif oluşturacak bir mekan Kamari.

Kaldığımız yer Fira da çok güzel manzarası olan bir yer, Oia'dan daha farklı bir çarşısı, eşeklerle inip teleferikle çıkabileceğiniz bir limanı var. Aşağıya eşekle inmeyi tercih etmeseniz bile, eşeklerle birçok kez burun buruna gelmeniz gerekiyor, çoğu zaman onlara geçmeleri için yol veriyorsunuz, kokuya doyuyorsunuz. Çıkarken teleferiği tercih etmek en manktıklısı, biletler 4 EUR.

Hoşçakal Santorini


Santorini'den ayrılıp Atina'ya gitmek gerçekten zor oldu, bu tatilin en acı tarafı bir sonu olması...
Tatilden dönüşte en güzel neresiydi diye kendimize sorduğumuzda Mykonosçu Nejla ve Santorinici Ahmet olarak ayrıldık ama bu güzel tatili yadetmek için mutlaka tekrar gelmemiz konusunda hemfikiriz...