Makedonya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Makedonya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ocak 2014 Salı

Üsküp: Restorasyonla tarihi alt etmek

2014 Ocak ayında Üsküp'e yolum düştüğünde, Balkanlar'daki tipik Osmanlı kentlerinden biriyle karşılaşacağımı ve kendimi Türkiye'de gibi hissedeceğimi biliyordum. Gerçekten de öyle oldu, Üsküp Osmanlı mimarisinin ve yaşam şeklinin canlı kanıtlarından biri; ancak bu tarihi izlerden biraz sıyrılıp, şehrin modern yönünün ağır basmasını istemiş olacaklar ki bir restorasyona vermişler kendilerini. Dilimde Vardar Ovası şarkısı, Taş Köprü'nün üzerinden geçerken acaba bu restorasyon başlamadan görseydim, daha mı çok beğenirdim Üsküp'ü diye soruyorum kendime...



Sabah erken saatlerde Üsküp Büyük İskender Havalimanı'na indiğimde yaptığım ilk iş Gostivar'a geçmek için araba kiralamak oldu. Havaalanı oldukça küçük ve sakin, TAV işletiyor zaten. Önceden rezervasyon yaptırdığım arabayı alıp yola çıktım. Onun dışında şehre ulaşmak için ya taksi kullanmak gerekiyor ya da çok seyrek geçtiği belli olan shuttle otobüslere binmek...Gostivar-Üsküp arası yaklaşık 1 saat sürüyor, otobanla ulaşım çok kolay. Dikkatimi çeken şey her 10km'de bir gişeler var, her seferinde 30 Denar ödüyorsunuz, 60 denar 1 Euro yapıyor. Otobanda herkes sağ şeritten gidiyor, sol şeridi sadece öndeki arabayı sollamak için kullanıp sonra hemen sağ şeride geri dönüyorlar. Emniyet şeridini bile normal şerit gibi kullanan bir neslin evladı olarak bunu anlamam biraz uzun sürdü, ilk başlarda hep sol şeritten devam ettim :)

Gostivar, daha çok Makedonya'daki türklerin yaşadığı bölge. Madekonya toplam halkının %10'undan daha az türkler, sonra arnavutlar geliyor, en kalabalık nüfus Makedonların. Ülke halkının %60-65'i kadarı hristiyan, %30-35'i müslüman türkler ve arnavutlar. Gostivar çok küçük bir yer, şehir merkezinde maalesef çok fazla tarihi eser kalmamış, çoğunu yıkıp yerine ya park ya da başka bir bina yapmışlar. Tek tarihi yapı Osmanlı döneminden kalma bir cami ve saat kulesi. Bunun dışında Gostivar Vardar Nehri'nin doğduğu yer olduğu için önemli. Vardar Nehri buradan başlayıp Üsküp'ü geçip Yunanistan'a varıyor. Buraya güzel bir restoran yapmışlar, restoran sahibi de burayı düzenlemiş, yazın insanlar Vardar Nehri kıyısında alabalık yiyebiliyorlar.

Akşam Gostivar'dan Üsküp'e dönüp otele yerleştim. Burada en merkezi otel Stone Bridge Hotel. Eski şehirle yeni şehrin arasında, Taş Köprü'nün hemen yanında. Gittiğimde çoğu çalışanın türkçe konuştuğunu anladım, sanırım türkler tarafından işletiliyormuş ve genelde Türkiye'den gelen turistler burada kalıyorlarmış.

Akşam biraz şehri dolaşmak için çıktığımda, önce tarihi Taş Köprü'yü geçtim. Köprü, 1420-1450 yılları arasına yapılmış, sonrasında defalarca yenilenmiş. En son yenilenme tarihi 2008. Bazıları buraya Fatih Sultan Mehmed Köprüsü de diyor. Estrafında çok büyük bir değişim var, kocaman heykeller, hemen yanında yeni köprüler, havuzlar, binalar yapılıyor sıfırdan.
Bu köprü, eski şehri ve yeni şehri birleştiriyor, Müslümanlarla Hristiyanların yaşadığı bölgeyi de...

 Karşıdan bakıldığında Vardar Nehri'nin şırıltısıyla harika bir uyum içinde. Modern yeni şehirden tarihe adım atabilmek için bu köprüden geçmek gerekiyor. Eski halini hayal etmeye çalışıyorum, yeşillikler koyuyorum her yanına, Vardar Nehri'ni biraz daha gür akıtıyorum, Galiba Mostar Köprüsü'ne benzetiyorum ya da Prizden'deki tarihi köprüye. Şimdi yalnız değil Taş Köprü, yanına 2 tane heykellerle süslü yeni köprü yapılmış. Acaba onlar yapılmasaymış daha mı güzel olurmuş manzara? Heykellerin tadını kaçırmışlar mı bu kadar çok yaparak? Vardar Nehri'nin etrafını daha güzel yapamazlar mıydı diye düşünüyorum...

Akşamları şehrin tarihi kısımlarında birkaç bar dışında birşey yok, eski pazar kapalı. Şehrin diğer tarafında da yeni yapılmış şık cafe ve restoranlar var. Tam merkezde kocaman bir Büyük İskender heykeli, arkasında Tito'nun ve yan taraflarda tanımadığım din adamlarının kocaman heykelleri var. Hiç bir şehirde Roma dahil bu kadar alan içerisinde bu kadar çok heykel görmemiştim. Üzerime üzerime geliyorlar gibi hissettim biraz, yeni yapılan Sanatçılar Köprüsü'nde de onlarca insanın heykeli var. Belki ben bu yazıları yazarken Üsküp'e uğramış bir insan olarak benim heykelimi de dikmiş olabilirler.

Bir sonraki günün sabahı, eski şehri gezmek için yola çıktım. Buraya Bit Pazarı deniyor,  Taş sokaklardan geçerken sağda solda küçük dükkanlar, işte burada şehri koklayabiliyorum. Kilise ve camiler yanyana, hepsi bir şekilde tahrip görmüşler, savaşlardan kuşatmalardan etkilenmişler. Burası bizim Kapalı Çarşı'nın açık versiyonu gibi, paralel birkaç sokaktan oluşuyor. Sokakta dolaşırken 'Bana bi çay kap ordan' gibi laflar duyuyorsunuz, çoğunluk türkçe konuşuyor. Görülmesi gereken tarihi hanlar var, Kurşunlu Han, Kapan Han bunlardan ikisi. Eskiden burada 15 kadar han varken, 3'ü kalmış. Camiler de kiliseler de eskiden daha çokmuş, sonradan sayıları azalmış.



Kurşunlu Han 16.yy'da yapılmış en büyük hanlardan ve Üsküp'te günümüze kalan 3 handan biri

                                                                          Eski Pazar meydanı'nın çevresinde hediyelik eşya alışverişinizi yapabilirsiniz. Çarık ve çömlek Üsküp'ün en meşhur ürünleri. Hemen bu fotografta sol taraftaki dükkandan çömlek cezve ve güveç aldım, sahibi de türkçe konuşuyor. Çarşı kışın akşam 5 gibi kapanıyor, yazın da hava kararına kadar açıklar.
      Davut Paşa Hamamı, şimdi Modern Sanat Galerisi oloarak kullanılıyor. İçeride görmeye değer fazla birşeyin olmadığını duyduğum için ben girmedim. Taş Köprü'yü geçtikten sonra eski çarşıya giderken hemen sağ tarafta.


Suli Han ( yani Sulu Han), 15 yy'da yapılmış. 1963 depreminde çok büyük yara aldığı için restore edilmiş. Şu an Üsküp Müzesi ve Güzel Sanatlar Fakültesi olarak kullanılıyor.



 
 
Eski çarşının içinden kale tarafına doğru devam ettiğinizde şehrin en eski cami ve kilisesine varıyorsunuz. Mustafa Paşa Cami 1492 yılında Yavuz Sultan Selim'in veziri Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Yıllar içerisinde tahrip olduğu için, restore edilmiş yakın zamanda. Ben caminin çevresinde dolaşırken, caminin kapısı kilitliydi ve içeri giremedim. Derken sonradan imam olduğunu anladığım  biri bana seslendi, çat pat türkçeyle anlaştık, beni içeri sokup biraz caminin tarihinden bahsetti. Ben Bursa'daki Ulu Cami'ye benzettim içerisindeki yazıları ve mimarisini. Gerçekten çok güzel bir cami, sadece biraz fazla restore etmiş olacaklar ki sıfır gibi gözüküyordu.
 
Kale tarafında görülmesi gerekn önemli diğer bir yapı da Sveti Spas kilisesi. İçeride fotograf çekmek yasak olduğu için sadece yukarıdaki tanıtım fotografını çekebildim. İçeriye bir rehberle girdik, giriş için çok düşük bir ücret ödemeniz gerekiyor. İçerisinde çok güzel ahşap ikonalar var, gerçekten müthiş bir emekle yapılmış, minyatür insanlar harika resmedilmiş. Kilise aslında yerin altına doğru yapılmış, bombalara maruz kalmış, 1963 depreminden de nasibini almış ve sonra yenilenmiş. İçerisindeki ahşam ikonalar gerçekten görülmeye değer.
 
Yemek yeme vakti gelince, çarşıdaki ünlü Destan Kebapçısına gittim, zaten zorunlu olarak önünden geçiyorsunuz, oradaki en büyük ama yine de mütevazi bir restoran. Bizim köftelere onlar kebap diyorlar. Köfteden başka birşey yapmıyorlar, ayran yok yoğurt var. Yanında acı biberle servis ediliyor, ben çok daha başka bir tat bekliyordum ama yine de fena sayılmaz.

 
Makedonya, Fransızcada karışık salata demek. Bu bölgeyi belki de bu yüzden seviyorum. Herşey herkes birbirine karışmış, tüm milletler tüm diler yan yana. Bu yüzden başları beladan hiç kurtulmamış, herkes bir şekilde bu topraklarda hüküm sürmek istemiş. Günün geri kalan kısmını yeni şehir tarafından geçirdim ve Üsküp'e veda ettim, ben yine de buraya kafamda canlandırdığım haliyle hatırlayacağım...